Sevgili Şafak Malatya'lı abimin dediği "Vasata Alışmayın" söylemini bugün biraz açmak istiyorum. Vasatlık, bugünün en önemli konulardan biridir. Avrupa'lının "mediocare" dediği, vastalığın iktidar olup yönettiği sisteme de "mediocrasy" deniyor. Yani vasatlığın iktidarı, iktidarın vasatlığının hüküm sürmesi, ülkenin ve halkının ne yazık ki geleceğini ve yapısını ciddi şekilde deforme ediyor. Aslında evrimsel sürece bakarsak, bunu kayıp bir kuşak, kayıp bir zaman dilimi olarakta adlandırabiliriz. Çünkü evrim yasalarına göre zaman ileriye doğru akar ve toplumlar ileriye doğru evrimleşmek zorundadır.
Not:Bu arada iktidar derken sadece siyasi olarak algılamayın lütfen, iktidar kavramı çok geniştir.
Peki vasatlığa alışan bireyin başına neler gelir;
- Hayal kurmayı bırakır, kendisine dayatılanın en iyisi olduğunu düşünür.
- Devrimci olmaktan, bir şeyleri değiştirmekten vazgeçer.
- Sorgulamayı bırakır, biat kültürünü kabullenir.
- Bilimi bir kenara bırakır ve hurafelerle beslenir
- Kulaktan dolma bilgilerle yaşar ve ahlaki yapısını buna göre dizayn eder. Çoğunluğun kötü dediğinin kötü olduğuna inanır. Oysa ki matematik biliminde bile en kesin sonuç bile %99,9'dur.
- Sürüye katılmayı seçer, sürüden ayrılmak istemez, yalnızlıktan korkar.
- Demokrasiyi seçimlerden ibaret olarak görür, seçimden seçime hatırlar sadece demokrasiyi.
- Sürekli bir önder bekler kendisini kurtarması için.
- Korkar, pısırıklaşır ve kendine karşı öz saygısını kaybeder.
Bu maddelerin devamını da sıralardım ama hem kafanızın karışmaması için, hem de konuyu felsefe veya sosyolojiye boğmamak için yazmıyorum. Aslında en temel haliye anlamıyla vasatizm "sıradanlık"tır. Yani seni sen yapan madddeleri çöpe atıp "Ahmet ne diyorsa, doğrudur" demektir. Oysa Ahmet ne kadar yetkindir, yeteneklidir veya liyakat sahibidir? Ya da Ahmet gerçekten bildiğiniz, tanıdığınız, kefil olduğunuz biri midir? Ahmet iktidar sahibi olursa, yine o tanıdığınız Ahmet olmaya devam edecek midir?
O zaman en önemli soruyu soralım;
"İktidarlar neden sizi vasatlığa alıştırmak ister?"
Cevaplıyorum;
"Sizi daha kolay yönetebilmek için."
Çünkü hiç bir iktidar, yönetemediği toplumun başında uzun süre kalamaz. Vasatizm, tarihe baktığımızda bir yandan iktidarların koltuklarını kuvvetlendirirken, diğer bir yandan yıkılmalarına da sebep olmuştur. Bunun en güzel örneği Sovyetler Birliği'dir. Çok sevdiğim yazarlardan Mina Urgan'ın Sovyetler Birliği'nin son döneminde gezmek için gittiği Sovyetler Birliği ile ilgili güzel bir notu vardır;
"Levis pantolonları Sovyetler Birliği'ne girdiğinde, Sovyetler Birliği zaten fiilen yıkılmıştı"
Yani üretim alternatifi yaratamayıp, toplumu tekil bir üretimin en iyisi olduğunu kabullendirmeye çalıştıklarında yarattıkları boşluğu, Amerika'nın bir jean markası gelip dolurdumuştu. Tekrar evrim teorisine dönersek "doğa boşluk tanımaz" sözünün bir nevi ispatı gibidir bu durum.
Yani vasatizm kimin eline geçerse, her zaman ya kendine doğru, ya da insanlığa doğru yöneltilmiş bir silahtır.
Gelelim Beşitaş "Vasatizm"ine...
Serdal Bilgili-Hasan Arat dönemi arası toplam transfer edilen oyuncu sayısı 271 (Fazlası olabilir)
271 kişiyle Bilecik kalesini alabilir, şehir içinde gövde göserisi yapabilirsiniz. Ama 271 kişi transfer ederek, Avrupa'da başarı elde edemezsiniz.
Futbo, artık nefret etsem de bir yanıyla kabullendiğim "Endüstriyel" bir spordur. Paralı başkanlar, kendi paralarını geçici olarak verip, giderken de "sökül paraları" dediği yerlerde ne yazık ki futbol kulüpleri. Ve kabul edelim ki Totti emekli olduğu gün "forma aidiyeti" kavramı da tarihe gömüldü, Totti son mohikandı bu konuda. Süleyman Seba öldüğünde kulüp başkanlarının aidiyeti de ölmüştür.
Hal böyle iken; Devleşen futbol endüstrisinde vasatlıktan kurtulabilmenin yolunu bizim yöneticilerimiz bir hayli yanlış anlamıştır. Para saçarak, miadı dolmuş futbolcuları transfer ederek bugünün borç yükünü karşımıza çıkarmışlardır. Üstüne liyakatsız yöneticiler, şirketlerinde ki harcamadıkları paraları, kulüp başkanı veya yöneticisi olunca harcayanlar, menajerlere dağıtılan milyonlar, say babam say..
Dertler derya, biz bir sandal, anlatsak külliyat olur..
Peki nasıl kurtulacağız bu Beşiktaş Vasatlığından? Çok basit..
- Divan kurulu ihtiyarlarını huzur içinde evlerinde inzivaya çektireceğiz.
- Liyakat ve etik sahibi insanları yönetici olarak seçmeyi bileceğiz.
- Başkanın parasına değil, zekasına güvenmeyi öğreneceğiz.
- Sabretmeyi bileceğiz.
- Bilimin metotlarından ayrılmayacağız, denenmişi denemeyeceğiz.
- En az 10 yıllık planlar kurmayı, değişen konjonktüre göre mevzilenmeyi bileceğiz.
- Hırsıza, uğursuza, çok ve boş konuşana prim vermeyeceğiz.
- Sosyal medya asalaklarından, bağırmaktan öte bir halt yapmayanlardan sıyrılmayı bileceğiz.
- İnanmak güzeldir, ama boşa inanmaktan vazgeçeceğiz.
- Gerçekçilikten ayrılmayacağız.
- Bilime, deneye inanacağız. Denemekten korkmayacağız.
- Elinde hıyarı olana tuzla koşmaktan vazgeçeceğiz.
- Beşiktaş koltuğunda babamız otursa, onu da eleştirmekten vazgeçmeyeceğiz.
- Her daim en iyisini isteyeceğiz.
Beşiktaş ülkenin durum raporudur aslında. Hangisine nereden bakarsan, diğerini görürsün.
Ya buğusunda gerçekliği görmekten imtina edeceğiz, ya da o aynayı temizleyip güzelliğin yansımasıyla keyifleneceğiz..
Hadi eyvallah..